Aslî Prensip

Aslî Prensip; sonsuz ruhlar âleminin ve ebedî kâinat cevherleri zincirinin üstünde, ‘ruh’lardan ve kâinat cevherlerinden (Kâinat cevheri) mutlak bir erişilmezlikle ayrılmış bulunan; her şeyin üstünde olup, hiçbir şeyle en ufak bir ilişkisi bulunmayan; akıllara, hayallere, hislere girmeyen; bütün bilgilerimizin, hatta sezgilerimizin dışında kalan; ‘madde kâinatı’nda izahını mümkün kılacak hiçbir kudret, hiçbir meleke, hiçbir idrak veya sezgi mevcut olmadığından ve olamayacağından, izahına ilişkin olarak tek bir fikir beyan etmekten, tek bir söz söylemekten âciz bulunduğumuz; hiçbir isimle ifadesi mümkün olmayan; fakat büyük bir çaresizlikle, ‘İlâhî Nizam ve Kâinat Kitabı’nda bir defaya mahsus olmak üzere –kelime bilinen tüm mânalârından soyutlanarak, kelimeye hiçbir mânâ yüklenilmeksizin– bir dünya kelimesi olan "Allah" kelimesiyle yâdedilmiş, “Erişilmezliklerin Erişilmezliği”, büyük hakikattir. (31, 19, 20, 63)

Bir başka deyişle Aslî Prensip; ruhların ve ‘kâinatlar’ın üstünde ve her ikisine de hâkim bulunan; kâinatlar içinde, kâinatlar üstünde ve ruhlar arasındaki her hakikatı (Kâinatlar-üstü hakikatler) hâkimiyet ve nizamı altında bulunduran; ruhların hiçbir zaman erişemeyecekleri; mahiyeti hakkında hiçbir şey söylenemeyecek; bütün mânâ ve mahiyet kavramlarının dışında kalan; ‘kader prensibi’ ve ‘zaman prensibi’ denilen diğer ‘yüksek prensipler’in de tâbi bulunduğu; en yüksek ve en yetkili makam olan ilâhî Prensibi yâdetmek üzere kullanılan sembolik isimdir. (20, 63, 31, 25, 190, 232, 238, 19)

Aslî Prensip ile ruhlar arasındaki mutlak erişilmezlik, tekâmülün ebedi olmasının gerekçesi, Aslî Prensip hakkında fazla bir şey söylenemeyecek oluşunun gerekçesi ve Allah kelimesi

Hem sonsuz bir sırayla düzenlenmiş, mahiyetleri başka başka cevherlerden oluşan, sonsuz varyeteler içeren ‘kâinatlar’ın üstünde bulunan, hem de bu kâinatlarda ebediyen tekâmüllerine devam edecek, sonsuz genişlik ve kapsamlara sahip ‘ruh’ların üstünde bulunan, yani her ikisine de hâkim olan ‘yüksek prensipler’ vardır. (19) Bu yüksek prensipler, ruhların ve kâinatların ileriye ve geriye doğru bütün durum ve mukadderlerini tayin, takdir ve tensip ederler. (19) Ne onların mahiyetlerini bilebilir, ne de onlar hakkında en küçük bir sezgiye sahip olabiliriz: (19) Çünkü bu büyük hakikat (Aslî Prensip), sonsuz ruhlar âleminin ve ebedî kâinat cevherleri zincirinin üstünde, ruhlardan ve kâinat cevherlerinden mutlak bir erişilmezlikle ayrılmış bulunmaktadır. (19) Aslî Prensip denilen bu hakikatin izahına ilişkin olarak tek bir fikir beyan etmekten, tek bir söz söylemekten “âciziz”. (19) Çünkü madde kâinatında buna imkân verecek hiçbir kudret, hiçbir meleke, hiçbir idrak veya sezgi mevcut değildir ve olamaz. (19)

Ruhların hiçbir vakit erişemeyecekleri, “Erişilmezliklerin Erişilmezliği” olan bu büyük hakikat, ‘İlâhî Nizam ve Kâinat kitabı’’nda ancak, sembolik bir isimle, ‘Aslî Prensip’ diye yâdedilmiştir. (31, 19-20) Kâinatlar içinde, kâinatlar üstünde ve ruhlar arasında bulunan her hakikat, Aslî Prensibin hâkimiyeti ve nizamı altındadır. (20) Kâinatımızdaki bütün oluşlar, akışlar, her şey ancak O’nun icaplarıyla gerçekleşebilir. (20) ‘İlâhî Nizam ve Kâinat kitabı’nda bu husustaki bütün ilâhî kavramların insanların idrak derecelerine ve özellikle sezgi kabiliyetlerine bırakıldığı belirtilmiştir. (20)

Ruhun tekâmülünün ebediyetini kabul etmek bir zarurettir: (31) Çünkü “hiçbir isimle yâdedemeyeceğimiz, sezgimizin dahi hiçbir şekilde ulaşamayacağı” o büyük “erişilmezliklerin erişilmezliği (Asli Prensip) hakikati”; ruhların hiçbir zaman olup bitmiş bir hale (mutlak olgunluk, mutlak mükemmellik, mutlak ekmel hâline), mutlak kemal hâline giremeyeceklerini ve ebediyen tekâmül ihtiyaçlarından kurtulamayacaklarını zaruri kılar. (31) Şu hâlde kâinatların ruhlara erişilmezliğini zaruri kılan etken, ruhların “ebedî tekâmülden kurtulamamaları hakikati”ni de zaruri kılar. (31) Ruhların ebedî tekâmülünü zaruri kılan etken de, ruhların Aslî Prensibe hiçbir vakit erişemeyecekleri hakikatinin bir zaruretidir. (31) Ruhların Aslî Prensibe erişememelerini zarurî kılan etken ise; her şeyin üstünde ve bütünlerin bütünü olan, hiçbir şey ile en ufak bir ilişkisi dahi sözkonusu olmayan, akıllara, hayallere, hislere girmeyen, hiçbir isimle ifadesi mümkün olmayan, fakat büyük bir çaresizlikle, ‘İlâhî Nizam ve Kâinat kitabı’nda bir defaya mahsus olmak üzere bir dünya kelimesi olan "Allah" kelimesiyle -ancak ifade ve işaret edebileceği hiçbir anlam (delalet) düşünülmeksiniz- yâdedilmiş olan erişilmezliklerin erişilmezliği zaruretidir. (31) Bu hakikati kuşku duymadan ve tartışma konusu yapmadan böylece, olduğu gibi kabul etmek de, zaruretlerin en büyüğü ve kurtuluş yolunun tek yönüdür. (31)

Aslî Prensibin, kâinatları ve ruhları içine alan ve onlara hâkim Kudretinin yansıtıcılığı

Kâinatlar mevcut olmasaydı, ruhların bilemediğimiz, kendilerine mahsus yüksek ihtiyaçları giderilemezdi; buna karşılık ruhlar olmasaydı kâinatların hikmet-i vücudu (varlık nedeni, vücuda getirilme nedeni) ortada kalmazdı. (19) Ruhlar ve kâinatlar ikilisi daima birbirleriyle başbaşa yürürler; o kadar ki, ikisinin arasında kesin ve ebedî bir erişilmezlik mevcut olmasına rağmen, adeta birbirleriyle sımsıkı kucaklaşmış ve birbirinin içine girmiş gibidirler. (19) Fakat bu ilişkiler, katiyen (asla ve kesinlikle) direkt olmayıp endirekt yollardan meydana gelmektedir: (19) İşte ruhlarla kâinatların, aralarındaki erişilmezliğe rağmen birbiriyle kucaklaşmış durum göstermeleri Aslî Prensip denilen yüksek prensibin icapları (kudretleri) ile gerçekleşmektedir. (20, 38) Aslî icap, Aslî Kudret ışığı konisi. Aslî Prensibin kudreti, bir taraftan ruhları içine alırken (bu ifade semboliktir) aynı zamanda (diğer taraftan) kâinatları da içine almaktadır ve ruhlar ile kâinatlar bu yüksek prensip muvacehesinde (karşısında, huzurunda) sanki bir aynadan yansıtılıyormuş gibi birbirlerine yansıtılırlar. (20) Doğal olarak, buradaki ayna kavramı da yine bir semboldür ve bu ayna sembolünü Aslî Prensip yerine koymamalıdır. (20) Burada Aslî Prensibin kâinatlar ve ruhlar ilişkisine ait kudretinin en küçük bir cephesinin ayna sembolüyle ifade edilmesi sözkonusudur ki bu, ancak bu kadar anlatılabilir. (20)

Aslî Prensip, kudretiyle ruhların bütün tekâmül ihtiyaçlarını kâinat cevherlerine ve kâinat cevherlerinin de bu ihtiyaçlar karşısında gösterecekleri reaksiyonları tekrar ruhlara yansıtır. (63) Bu kudret, ruhların ihtiyaçları karşısında vücuda getirilmiş olan kâinat cevherlerini, sayısız vasıta ve yollarla hizmete sokar. (63)

Aslî Prensibin kudreti ya da Aslî Prensibin icapları: Aslî icaplar

Aslî Prensibin kâinatımıza ait durumu veya veçhesi, üstte “kudret” kelimesiyle sembolize edilmiş olmakla birlikte, Aslî Prensibin kâinatımıza ait durumu veya veçhesi, Dünyamızın basit hareketlerini bile izah edebilmeye muktedir olmayan bu kelimenin alelâde mânâsına kuşkusuz sığmaz. (190) Değil bu kelime, tüm kâinatımızda Aslî Prensibin herhangi bir durumunu ifade etmeye yetecek hiçbir kelime, mânâ, imaj veya hareket yoktur. (190) Ancak, çaresiz kalındığı için, bilinen mânâlarından tecrit edilerek (ayrı tutularak, uzak tutularak, soyutlanarak), sırf bir sembol olarak, Aslî Prensibin kâinatımıza ve orada tatbikatlarını görecek ruhlara yönelik cephesi (burada kullanılan “cephe”, “veçhe”, “durum” ifadeleri dahi asıllarını ifade etmekten âciz sembollerdir) “kudret” kelimesiyle ifade edilmiştir. (190) Şu hâlde bu sembolle, yine sembolik olarak (yani birer sembol olan kelimelerle) şu beyan edilebilir ki, Aslî Prensibin bizim kâinatımıza yönelmiş olan kudreti; Aslî Prensibin, ruhların kâinatımızla ilgili tekâmül ihtiyaçlarına cevap veren bütün madde imkânlarının, bu ihtiyaçlarla uyuşturulmasına (uyuşum sağlamalarına, uyuşumlu kılınmalarına) yönelik icaplarının bütünüdür. (190, 191)

İcap, Aslî Prensip’te tespit ve tayin olunmuş durumların ifadesidir. (28) Kâinatımızda, kâinatlarda ve kâinatlar-üstü olan ruhlar arasında; icap, her şeyi içine alır. (28) Kâinatımızdaki bütün oluşlar, akışlar, her şey ancak Aslî Prensibin icaplarıyla gerçekleşebilir. (20) Kâinatlara ve ruhlara hâkim Aslî Prensibin icaplarına göre yapılmakta olan sonsuz işler vardır. (73)

Ruhun madde kâinatıyla endirekt ilişkisinin Aslî Prensibin Kudretiyle (Aslî Kudretle) ya da diğer deyişle aslî icaplarla sağlanması

Ruh ve madde kâinatı düalitesinde ruhların tekâmül ihtiyaçlarına göre bulundukları her davranışlarına kâinat cüzlerinin tam bir intibakla cevap vermesi ancak, ruhların bu davranışlarını madde cevheri üzerine yansıtan ve her madde cüzünün ve bütününün göstereceği reaksiyonları da ruhlara yansıtmak suretiyle iade eden, Aslî Prensibin icaplarıyla gerçekleşir. (28) Yani ruhların ihtiyaçları ‘yüksek prensipler’in icaplarına göre, kâinata “tesirler” hâlinde yansıtılır; kâinata yansıyan bu ihtiyaçların cevaplarını o anda vermek, yani bu tesirlerin taşıdığı icaplar gereğince derhal harekete geçmek de madde cevherinin karakter zarureti olduğu için, bu zaruretle maddenin verdiği cevaplar da, yine aynı kanallardan, aynı icaplarla ruhlara yansıtılır: (28) Bu bilgi, icap kavramının ne demek olduğunu, ne kadar muazzam ve derin mânâlar taşıdığını göstermektedir. (28) Aslî icap

Ruhların tekâmüllerine yönelik olarak Aslî Prensip’ten gelen icaplar (ya da icaplar denilen kudret), kâinatımızın üst sınırından içeri (bu ifadeler semboliktir) girer, kâinatta “tesir” şeklinde tecelli eder, kâinatın bilemediğimiz üst sınırlarındaki ‘Ünite’den süzülür ve madde kombinezonlarının (Madde kombinezonu) sonsuz inkişaf ve kabiliyet imkânlarına göre, onları ve kendilerini çeşitli formasyon, transformasyon ve deformasyonlara uğrata uğrata, aşağılara doğru yayılıp dağılarak inerler ki, varacakları noktalarda ruhların ihtiyaçlarına göre tezahürlerini göstermek suretiyle de, ruh ile madde cevheri (Aslî madde) arasındaki endirekt alışveriş fonksiyonlarını sonuçlandırmış olurlar. (31, 20, 28, 38, 62)

Bir başka deyişle, kâinat dışından gelip, kâinatın üst kademesini işgal eden Ünite’de bir vahdet oluşturan, yani Ünite (varlıklar ve icaplar birliği) ile birleşmiş olan bu icaplar; tesirler hâlinde Ünite’den süzülüp her varlığın ihtiyacına uygun olarak, kâinat içindeki topluluklara, fertlere, maddelere ve varlıklara ve en küçük zerrelere kadar bütün madde cüzlerine dağılır ve onlarda çeşitli formasyon, transformasyon ve deformasyonlar meydana getirirler. (32, 31, 64) Böylece; büyük icapları taşıyan bu tesirler, kâinatın bütününden en küçük zerresine kadar her tarafına nüfuz ederler ve fonksiyonlarını yaparlar. (63) Bu fonksiyonlara göre madde cevheri şekillenir, inkişaf eder, toplanır, dağılır, formasyonlar, deformasyonlar ve transformasyonlar geçirir ve bu suretle kâinat bütünü ve cüzleri ruhların ihtiyaçları na göre sevk ve idare olunur. (63) Hangi varlıktan, hangi kademeden geçerse geçsin, her tesir muhakkak surette ruhların tekâmül ihtiyaçlarını içeren bir icabı taşır ve kâinatın hiçbir zerresi Ünite’den inen bu ‘tesirler’in haricinde değildir. (31-32) İşte bu tesirler mekanizmasıyla; kâinatın yürüyüşü ve akışı sağlanır ve varlıkların ruhlarla, birbirleriyle ve maddelerle olan ilişkileri kurulur ve böylece kâinattaki inkişaf da, belirli hedefine doğru yürür gider. (32)

Ünite: Varlıklar ve icaplar birliği

Vazife plânlarındaki (Vazife plânı) ‘organizasyon’lar, yüksele yüksele kâinatın üst sınırlarındaki Ünite’de son bulurlar. (79) Organizasyon elemanları Ünite’ye varıncaya kadar Aslî Prensibin yüksek icaplarına intibak etmek suretiyle idraken yavaş yavaş birleşirler; o kadar ki, Ünite’ye girdikleri zaman, pek küçük nüanslar haricinde, idrakleri yüksek icaplara her noktasında ve tam ‘liyakat’le intibak etmiş bulunur ve o zaman onlar, kâinatşümûl yüksek faaliyetlere, aşağılarda (önceki alt âlemlerde, plânlarda) olduğu gibi, organizatör-organ (Organ) zaruretlerine tâbi olmadan, insan aklının eremeyeceği tek ve büyük bir organizasyon vahdeti içinde devam ederler. (79, 59) İşte bu, Aslî Prensibin kâinata ve ruhlara ait kudreti ile kâinatımızın bütün imkânlarının birleştiği bir hakikattir. (79) “Bize nazaran görünen bu cephesine bakarak, biz ona Ünite diyoruz”. (79) Çünkü orada Aslî Prensibin ruhlara ve kâinata ait kudretleri (Kudreti) ile kâinat bütünü bir vahdet teşkil eder. (79)

Aslî Prensibin madde kâinatındaki akışı olan aslî icaplar ve Aslî Prensibe tâbi kader ve zaman prensiplerinin (Yüksek prensipler) madde kâinatındaki akışları olan kader mekânizması ve aslî zaman, Ünite’de idrakler ile birleşerek vahdeti meydana getirirler. (238) Kâinatın bütün idaresi ancak buradan süzülerek yayılan tesirlerle mümkün olur. (238) Fakat Ünite’yi asla Aslî Prensibin, maddenin ve ruhların birleşmiş olduğu bir durum olarak düşünmemek gerekir. (195) Burada vahdet-i vücut teorisinden söz edilmemektedir; yüksek prensipler ile ruhların ve kâinatların tek bir varlık hâline girebileceği düşüncesi, insanı burada anlatılmak istenilen hakikatlerden tamamen zıt bir yöne doğru yöneltir ve bütün yüksek sezgilerini silip süpürür. (29, 245) Bu yazıları iyi anlayanlar, burada böyle bir kavramın kastedilmediğini bilirler. (29)

Organizasyonlar bütün vazifelerini Ünite’nin kurduğu kâinatşümûl idare mekanizması dahilinde, Ünite’den çıkıp organizatör-organ nizamı içinde aşağılara doğru yayılan direktiflere göre ifa ederler. (74, 39) Dolayısıyla, vazife plânına dahil olmuş varlıkların sayısız yollarda uzmanlaşmaları, vazife liyakatlerini kazanmaları ve bunun sonucu olarak çeşitli vazifeler etrafında toplanma, gruplaşma, organlaşma ve sistemleşmeleri Aslî Prensibin direktif, yaptırım ve icapları dahilinde, onun ışığı altında meydana gelmektedir. (74)

Aslî Prensibin ruhların madde kâinatına ilişkin ihtiyaçlarına ve madde kâinatının imkânlarına yönelik kudretinin ya da icaplar bütününün ışık konisiyle tasviri

Aslî Kudret ışığı konisi; Aslî Prensibin ‘kâinatlar’a ve ruhlara yönelmiş Kudretlerinden bizim kâinatımıza yönelmiş olanının sezgisini ve kâinatımızda ‘inkişaf’ ve ‘tekâmül’ün nasıl yürüdüğünün sezgisini insanlara verebilmek üzere başvurulmuş, bu Kudretin ya da icapların, bir ışık konisine (bir noktadan konik şekilde inen ışık demetine) benzetildiği sembolik tasvirdir. (189, 190, 191, 195) Bu sembolizmdeki kudret (Aslî Kudret); Aslî Prensibin, ruhların kâinatımızla ilgili tekâmül ihtiyaçlarına cevap veren bütün madde imkânlarının, bu ihtiyaçlarla uyuşturulmasına (uyuşum sağlamalarına, uyuşumlu kılınmalarına) yönelik icaplarının bütünüdür. (190, 196, 191) Daha açık bir deyişle, Aslî Prensibin bu kudretinde hem ruhların sonsuz kâinatlara ilişkin ihtiyaçlarından, sadece kâinatımıza ilişkin olan, tekâmül kavramıyla sembolize edilen ihtiyaçları (yani tekâmül ihtiyaçları) içerilmiş, hem de kâinatımızın bu ihtiyaçlara tekabül eden (karşılık gelen) bütün madde imkânları içerilmiş (mündemiç, içkin) vaziyettedir. (190)

Bu sembolizmde, “ışık konisinin ışıkları”, Aslî Prensibin üstte belirtilen Kudretini veya icaplar bütününü temsil etmekte olup, Aslî Prensibin kendisi olarak düşünülmemelidir ve bu, Aslî Prensibin ancak bizim kâinatımıza yönelik, sadece kâinatımıza mahsus bir Kudretidir, yani madde kâinatı ile ruhların endirekt ilişkisine ilişkin olan Kudretidir. (190, 191, 195)

Bu ışık, kaynağından çıktığı anda bir koni hâlinde, âtıl, amorf ve pasif olarak bekleyen kâinat cevherine, yani aslî maddeye iner; ışığın tepesi o kudrette, tabanı da aslî maddededir. (191) O ışıkta hem ruhların ihtiyaçları, hem de bu ihtiyaçlar karşısında maddede tecelli edecek olan imkânların tümü içerilmiş (mündemiç, içkin) vaziyette olup, bu ihtiyaçlar ile imkânlar ancak o ışık içinde birleşecek ve tekâmül gerçekleşecektir. (191) İşte o ışığın bu gerçekleştirici kudretlerine “icap” denir. (191) Şu hâlde her kâinata göre ayrı bir cephesi ve durumu bulunan “icab”ın kâinatımıza ait (ilişkin) cephesi; ruhların ihtiyaçları ile madde imkanlarının “bir kılınması”nı (tevhidini) sonuçlandırmaya yönelik olan, Aslî Prensibe ait Kudretin kendisidir. (191) Aslî Kudret ışığı konisi.

Bu sembolizmde varlıkların, kâinata inen Aslî Kudret ışığı huzmesine tırmanarak yukarılara çıkması (vazife plânından itibaren tırmanarak çıkması) demek, o ışık huzmelerinin kapsamında mevcut tüm icaplara idraklerinin gittikçe intibak etmesi demektir (Aktif intibaklar), o ışığın ahengine girip o ahenge gittikçe daha geniş çapta karışmaları demektir. (239) Ahenkten olmak. Bir varlığın bu tırmanışı Ünite denilen, kâinatın son imkân sınırlarına geldiği zaman, o varlığın idraki, bu ışık huzmesinin içerdiği bütün icaplara intibak etmiş, tam o ahenkten olmuş ve dolayısıyla kâinat cüzlerine ve bütününe hâkim bir durum almıştır. (239- 240) Yani kâinatın bizzat kendisi olmuş gibi, o büyük vahdete karışmıştır. (240) Kısaca, vazife plânının ilk kademesinden itibaren Aslî Kudret ışığına tırmanan varlıklar, bulundukları noktalara kadar sağlamış oldukları intibakları derecesinde, tedricen kâinat cüzlerine hâkim durumlara geçerler ve bu hâkimiyet Ünite içinde tamamlanır. (240)

Aslî Prensibin kudretinin, Ünite’den yayılan, kâinattaki tecelli ve tezahürleri: Aslî tesirler

Aslî tesirler; Aslî Prensibin kudretinin (Ünite’de tekil) ya da kudretlerinin, kâinattaki (Madde kâinatı), ‘Ünite’den süzülerek yayılan, tecelli ve tezahürleridir. (62, 63, 64, 31) Bu yüksek kudret, kâinatta “en ince cevherler” hâlinde olan “tesirler”le tecelli eder. (63) “Aslî kaynak”tan gelen kudretlerin; “kâinat içinde yürüyen kısımları”nı ancak “tesir” hâlinde (olarak) anlayabiliriz. (63) “Kâinat dışında kalanlar”ın mahiyet ve durumları ise kâinat sakinleri için meçhuldür. (63) Kâinatın Ünite’den süzülerek gelen aslî tesirlerin kapsamı dışında kalabilen hiçbir zerresi yoktur. (195) Büyük icapları taşıyan bu tesirler, kâinatın bütününden en küçük zerresine kadar her tarafına nüfuz eder ve fonksiyonlarını yaparlar. (63) Bu fonksiyonlara göre madde cevheri şekillenir, inkişaf eder, toplanır, dağılır, formasyon, transformasyon ve deformasyonlar geçirir ve bu suretle kâinat bütünü ve cüzleri ruhların ihtiyaçlarına göre sevk ve idare olunur. (63)

Aslî tesirler, biri ruhlara ait, diğeri maddelere ait olmak üzere iki grupta ele alınır:

1- Aslî tesirlerin birinci grupta olanları (ruhlara ait olanlar ya da tekâmül değerleri), ruhların ihtiyaçlarını kâinata ve onların kâinattaki reaksiyonlarını da tekrar ruhlara yansıtan kudretlerin tezahürleridir. (63-64) Bunlar kâinata endirekt (Ruh-madde endirekt ilişkisi) olarak gelen, ruhlara ait tesirlerdir. (64) Bu tesirler –aslî kaynaktan gelmekle birlikte– ruhların davranışlarının ve ihtiyaçlarının birer ifadesidir. (64) Böylece ruhların ihtiyaçları kâinata tesirler hâlinde yansıtılır ve maddenin verdiği cevaplar da, yine aynı kanallardan, aynı kudretlerle ya da icaplarla ruhlara yansıtılır. (38, 28, 64). Kâinat ile ruhları birbirine yansıtmak ve bu suretle tekâmülü sağlamak için Aslî Prensip’ten gönderilmiş bu kudretler, ruhlara tahsis edilen varlıkların ve bedenlerinin belirli yapı ve mekanizmalarına iştirak ederler. (64) Bu tesirler kâinattan içeri girince Ünite denilen, kâinatın son tekâmül sınırlarındaki “varlıklar ve icaplar birliği”ne gelirler. (64) Ayarlanmış olarak oradan, varacakları ortamdaki bir bedene yönelirler. (64) Bu tesirler doğrudan doğruya tekâmülle ilgili olduklarından, yani ruhlar ile varlıklar arasındaki irtibatı sağladıklarından bunlara “tekâmül değerleri” de denir. (64)

2- İkinci grupta olanlar (maddelere ait olanlar ya da esasî değerler) ise Aslî Prensip’ten kâinata, tekâmül icap ve zaruretlerinden dolayı, kaba maddede meydana gelmesi gereken formasyon, deformasyon ve transformasyonlar için giren tesirlerdir. (64) Aslî Prensip’ten kaba maddeleri, madde oluşumlarını lüzumlu formlara sokmak için çıkan bu kudretler, yine kâinat dışından önce Ünite’ye iner ve oradan da ‘âlemler’i, küreleri, varlıkları ve maddeleri tekâmül icaplarına göre hazırlamak ve yürütmek üzere, tesirler hâlinde kâinatın bütün cüzlerine ve bütününe dağıtılır ve pay edilirler ki, bunlara da esasî tesirler veya esasî değerler denir. (64) Bunlar herhangi bir madde ortamında, o ortamın cüzlerini bir nokta etrafında toplayarak bir çekirdek kurmak ve onun etrafına diğer cüzleri çekip madde teşekküllerini meydana getirmek suretiyle maddelerin, cisimlerin, kürelerin, ‘güneş sistemleri’nin, ‘galaksiler’in ve âlemlerin vücuda gelmesini sağlarlar. (64)

Yüksek prensipler

Kader prensibi

Zaman prensibi

İlâhî nizam

Kâinatlar-üstü hakikatler

Aslî icap

Ünite

Aslî Kudret ışığı konisi

Tesirler